13 Kasım 2013 Çarşamba

Solumdan.

Diyordu acımasızca. Acımasızlığının farkında olmayarak hem de. Boş bir sayfanın boş bir kısmındaydı. Zaman onun yanında oluyordu bu sefer. Ve geçmiyordu. Soluğu kesiliyordu ve ses çıkarmamaya özen gösteriyordu. Işığın değmediği her alan karanlık mıdır? Ne olmalıydı ki başka? Kimin hangi düşüydü bu?

Düşmelerde en başarılı olanların arasındaki konuşmaydı bu. Sanki biliyordu da herkes diğerinin acısını, kimsenin umru değildi. Olsun-du, herkesde vardı. Acısının çıkarılamadığı bir başka kumar. Sesin çıkmadığı bir başka oyun.

Sussana biraz da sen?

4 Ağustos 2013 Pazar

Hani kimi zaman.

Misafir olmak gibi hiç üstüne vazife olmayan bir sohbete. Hatta dinlemek izlemek yüzleri saygısızca. Ne olacaksa olacak gibi bir ruh hali içinde saçma bir tavırla :)

27 Mayıs 2013 Pazartesi

Hı hı.

index_04

Uzun zaman gibi geliyor değil mi? Oysa ne kadar kısa çoğuna göre. Bence yerinde.. Öyle olmalı. Sana bir hediye aldım. Güle güle hayal et şimdi bu balonları.

Hayallerin ve gerçeklerin yine çakışacağı bir gün yaşayacaksın. Demedi deme. Olsun, sen bir yolunu bulursun. Kendine, kendince ‘bi’ kıyak yaparsın. Olur o zaman. Çok da güzel olur. Kendine hediyen böylesi olsun misal:

O da güzel değil mi? blue_balloon

15 Mayıs 2013 Çarşamba

Bos ver dedin de..

Kendi kendine söylenmeyi bırakmalısın dedi. İçindeki ses seni boğuyor aslında, kader dediler yıllar yılı bunun adına. Sen biliyordun değil mi yanıldıklarını? Biliyordun be.

Yalnızlığın aslında çok da korkunç olmadığını anlattın onlara. Çok kişi vardı yanında, hala da varlar. Çoklar. Ne kadar çoklar. Herkes de iyi niyetli. Bulutlar pembe çünkü. Bizim yiyemediğimiz şekerler renginde. Hani pembe. Öyle. Diyecektin ki “zamanında” –ben senin içini gördüm, istesem de eskisi gibi bakamam sana. Bu yüzden de sessiz sessiz uzaklaşmayı tercih ettin. Tercihlerini yaşıyorsun her zamanki gibi. Çoğu kişinin içinde, aslında çoğunun olduğu gibi yalnızsın işte. Sen çok severdin önceden – hani sözlük anlamıyla yalnız olduğun zamanlarda. O yüzden de şimdi çok ağır gelmiyor bu süreç sana. Kızıyorsun içten içe, “o” yanını görmeyen –görmek istemeyen- insanlara. Kızma be. Ne geçecek ki eline? Değişen bir şeyin olmadığını anlayacaksın da ne olacak yani? Neyin kanıtı olacak bu tez?

Bulunduğun durumdan çıkmak istemediğini biliyorum. Hep “asosyal” olmak hoş olmayacaktır illaki. Zamana bıraksan? Hani herkesin dilindeki o meşhur yalan var ya? Belki pembe bulutlar biraz daha inandırıcı gelir. Belki gerçekten ordalardır yıllardır. Ne dersin?

11 Nisan 2013 Perşembe

Tüm mide bulantılarına.

Midemin tamamını doldurana kadar yedim. Ağzımdan salyalar akmaya başladı yemediğim zamanlarda. Biraz daha yedim, biraz daha, sonra daha da. Mide bulantısından ölene kadar, kusmuklarımda boğulana kadar yedim.

Şimdi yanaklarım kıpkırmızı. Nice makyaj markalarının ulaşamayacağı bir allık tonu var yüzümde. Var evet, kızarıklıklarım. Sonra domur domur noktacıklar oluştu kollarımda, biraz da karnımda. Yediklerimin hepsi şekerli şeyler olduğu içinmiş, o çok bilmiş arkadaşlarımdan biri söyledi. Öyle olmuş olmalı. Öyledir bence.

Diyorsan ki değişiklik var mı kafanda, ruhunda? –Yoo. Gözlerim hala yanıyor ve hala yüzümde bir asıklık. Ve hala değişmenin gerçekleşeceği o muhteşem ötesi –ki ben öyle olacağını hayal ediyorum- anı bekliyorum. Da, mide bulantılarım ne olacak?

Hala yiyebilirim biliyor musun? Hala yerim önümdeki kekten, pastadan, çikolata topundan. Hem de nasıl yerim biliyor musun? Hani çocuksundur, kafan yeni yeni basmaya başlamıştır; yediklerinin, içtiklerinin, gördüklerinin, duyduklarının, hissettiklerinin isimlerini anlamaya hatta söylemeye başlamışsındır. İşte o döenmde, baban elinde bir poşet, içinde adını henüz öğrenmediğin bir meyveyle gelir. İştahla ağzına atarsın, önce bir ekşilik, sonra güzel bir tatlı tat yerleşir ağzına. Hah işte, o anı yakala. O zamanki gibi yerim. Sanki hayatımda hiç yememiş gibi, tadını bilmiyormuş gibi, çocuk gibi. Yerim ki!

Şimdi yine hatırladım neler oldu neler bitti neden böyleydi ben neden yemeye başladım neden duramıyorum neden bu içimdeki boşluğu doldurma hissi neden böyle?

Bir çatal daha alsam, iyi gelir mi?

24 Ocak 2013 Perşembe

Yasushi Yoshida

Çok yorgun başlanılan günlere. Kaybedilen her sevgi ve sevgiliye. Çarenin bulunamadığı her acıya. Ve sonsuz diye adlandırılan her şeye.

İnsanın umarsızlığına.. Öykü gibi, hayat hikayesi gibi, düş gibi, ölüm gibi..




"Kıyıda köşede ve sessizlik içinde kalınız."

20 Ocak 2013 Pazar

Uyanırsak, dokunma.



Bazen aklından sayfalar dolusu yazmak geçer. Yazsam yazsam yazsam; bitmese. Sonra bunlar belki bir gün birilerine ulaşır da okunur dersin. Sonra yok neyse dersin. Sonra imla işaret ve kurallarına ne kadar dikkat ettiğini hatırlarsın. Sonra klavyede yazmada ne kadar ustalaştığını düşünür vay be dersin.

Şimdiden hiç yapmadığım bir sürü hata yaptım.

Müzik kulağı doldururken, insanlara anlam bulmaya çalılştığımı farkettim yeniden. Acaba neden burada böyle dedi, acaba neden seksen defa benim sosyal profilime baktı, acaba neden kaşının üstünde gözü var –ya da tam aksi yönde?

Oh Land - Perfection çalar belki bir yerlerde. Bir sürü hata yaptım yazımda.

Uzayıp giden boş beyaz sayfalara karalama ihtiyacı içinde olmak, ya da çizim yapmak. Tüm beceriksizlikleri üstünden atmaya çalışarak, ki bunda başarısız olarak. El emeği orjinal çalışmalarım da var benim. Hem onlar göze daha güzel gelebilir belki, içten bakarsanız. Bakar mısınız?

Şimdi kimse bana dostluk arkadaşlık ve yazı üstüne kurallar bütünlerinden bahsetmesin. Ben imlada yazımda ve beyazda çok hata yaptım.


0341 20012013

10 Ocak 2013 Perşembe

İçindeki kötülüğün, kötü niyetin farkında mısın? 

Farkına vardığın anda aslında karşıdakinin değil de, sıkıntının sende olduğunu da farkedeceksin.

Sabırla bekliyorum.

6 Ocak 2013 Pazar

Resim

En çok ben göz çizmeyi sevdim. El çizmeyi istedim, beceremedim. “Bir gün belki”lere takıldı o da. Göz insan canlısındaki en garip organdı, belki ben de bundan sevdim. Bir de ne kadar görmek istemesem de, insanın içindeki kötülüğü hep gözlerinde gördüm. Ele verici organ olsun bundan sonra literatürdeki adı.

Bugün çok insan gördüm; gözlerime gözlerini diken, gFoto-0348özlerimde bir bakış yakalamaya çalışan ya da kaçan –en çok da kaçan! Oysa kirpi kaçmıştı ayak uçlarına, yorganları o yüzden ısıtmıyordu. Söyledim de, güldüler anca. Yapacak bir şey yok, herkesi kurtaramazsın..

En çok ellerim acıyor, yaralanıyor ve de hatırlıyor. Genelde ellerim unutmuyor, gözlerim yaşıyor. Genelde bu düzen hiç bozulmuyor. Bir garip savruş şekli kirpinin, ayak ucundan beynine.

Hadi bakalım.

5 Ocak 2013 Cumartesi

Zaman

Sadece bilmediklerimiz üzerine kuruyoruz afilli cümleleri. Hiç gercek acıyı tatmamış insancıklarız aslında. Her öğüdün sonu bir hiçliğe uzanıyor; biliyoruz da görmezlikten geliyoruz anca.

Ne kendimize ne de başkalarına verdigimiz sözlerin bir anlamı kalıyor boşlukta. Geçeceğini dusleyip mavi rüyalara uyuyoruz. Uyandıran kişiden hiç haz etmiyoruz.

Ursula'nın kitaplarına sığınıyorum çoğu zaman, bir de can acısı için Umay Umay'in kitaplarına. En çok da kırdığım potlara yanıyorum. Kitaplar belki sakinleştirirdi oysa?

Susmalı, yutmalı kelimeleri. Her zamanki gibi.